Türkiye’de herkesin bildiği ama kimsenin tam konuşmadığı bir mesele var: Torpil.
Birinin kapısı torpille açılırken, diğerinin kapısına kilit üstüne kilit vuruluyor.
Ve sonra şu meşhur soru geliyor:
“Torpille girilen işten kazanılan para helal midir?”
Diyanet diyor ki:
“Evet, hoş değildir ama çalışılarak kazanılan para helaldir.”
Kâğıt üstünde doğru.
Ama biz artık kâğıt üstünde yaşamıyoruz.
Helal, Ama Toplum Bozuksa Ne Kadar Helal?
Bir toplumda liyakat sistematik olarak yok sayılıyorsa, çalışanlar emeğinin karşılığını alamıyorsa, dürüstler kenara itiliyorsa…
Orada helalin de tadı değişir.
Çünkü helal, sadece kazancın biçimiyle değil, adaletin varlığıyla da ilgilidir.
Adalet kaybolduğunda, helal “kuralına uygun” olmaktan çıkar; “vicdana batık” hale gelir.
Hutbede Dürüstlük, Hayatta Dayılık
Cuma hutbesinde “helal kazanç, dürüst emek” denir, ama cumadan çıkan birileri aynı gün dayısı sayesinde işe alınır.
O anda toplumun sinir sistemiyle vicdanı arasında bir kopukluk yaşanır.
Kimse bağırmaz, çünkü artık herkes alışmıştır.
Torpil, yolsuzluk değil, yöntem haline gelmiştir.
Ve işin trajikomik tarafı: Artık liyakatli olan değil, bağlantılı olan özgüvenlidir.
Liyakatin Yerine Güvenlik Ağı
Torpilin kökeni sadece ahlakta değil, korkuda gizlidir. İşveren çoğu zaman “en yeterli olanı” değil,
“en kontrol edilebilir olanı” ister.
Yani işin ne kadar iyi yapıldığından çok, kırılan cevizlerin duyulmaması önemlidir.
Ve bu yüzden tercih edilen kişi, yetenekli değil; “güvenilir” yani “ses etmeyen”, “arkasını kollayan” biridir.
Artık iş yerlerinde yetenek değil, sadakat –ama liyakatsiz bir sadakat– aranır.
Soru şu:
İşveren “doğruyu söyleyen” değil, “sustuğu için güvenilir” olanla çalışmak istiyorsa, orada ne etik kalır, ne adalet, ne de verim.
Böylece ekonomi bir yetenek pazarı olmaktan çıkar, bir sessizlik ittifakına dönüşür.
Ve herkes bilir: O koltuğa oturmak için CV değil, sadakat zinciri gerekir.
Mizah ve Acı Gerçek
Akşam yemeğinde bir sohbet duyarsın :
“Ahmet amca oğlunu müdür yaptırdı. Helal mi, haram mı?”
Hepimiz güleriz. Ama aslında, gülmekten başka çaremiz olmadığından güleriz.
Çünkü sistem çürümüştür.
Liyakat yoktur, torpil sıradanlaşmıştır.
Herkes bilir, herkes şikayet eder ama kimse değiştiremez.
Fetvalar ve hutbeler teoride doğru olabilir.
Ama hayat?
Hayat, teoriyi yerle bir eder..Torpille, yeteneksiz insanların kazanması artık kaçınılmaz bir norm olmuştur.
Sonuç: Aromalı Helal
Torpille girilen bir işten kazanılan para teoride helal olabilir. Peki ya pratikte?
Eğer liyakat yoksa, yetenek göz ardı ediliyorsa, sistem çürümüşse…
O paranın tadı biraz: Toplumsal çürüme ve kul hakkı aromalıdır.
Diyanet “çalışan kazanır” diyor, tamam. Ama şu sorular hâlâ ortada:
- Bu işi torpili olmadığı için alamayan kişinin kul hakkı yenmedi mi?
- Liyakatli biri işe alınsaydı, o iş daha kaliteli yapılmayacak mıydı?
- Bu bir bireysel haksızlık mı, yoksa toplumsal bir kayıp mı?
Sonuçta sadece bir kişinin hakkı değil, toplumun geleceği, kurumların itibarı, kamunun hizmet kalitesi de kaybolmaktadır.
Ve o zaman, bu işten kazanılan para helal bile olsa, onunla kurulan hayat ne kadar temiz, ne kadar haklı, ne kadar vicdanlı olabilir?

Bir yanıt yazın